Hem Şoför Mehelli, Hem Beş Kuruş
Rivayete göre, 1940'larda geçmiş bir olay: O zamanlar
taşımacılık kamyonla yapılıyor. Bir kamyon yolcularını
yüklenirken Erzurum yakınlarındaki Köprüköy'e gidecek bir
yolcu gelir. Şoför ile yolcu arasında şu konuşma geçer:
Yolcu: "Dadaş, hele beni bir Köprüköy'e götür. " Şoför: "He
geç."
Yolcu: "Kurban, kamyonun üzerine binmeyeyim, sovuktur,
rüzgârdır; şoför mehelline oturayım."
Şoför: "Tamam geç."
Yolcu: "Şoför mehelli kaç kuruştur?"
Şoför: "Yirmi beş kuruş."
Yolcu: "Ben beş kuruş versem olmaz mı?"
Şoför: "Dadaş, hem şoför mehelli hem Körpüköy hem beş
kuruş; bu nasıl iş?"
Galiba pek çoğumuz, -belki de hepimiz- Bektaşi gibi
hayattan yüz altın istiyoruz. Veya dadaş gibi, hayat bizi
şoför mahallinde, Köprüköy'e beş kuruşa götürsün
istiyoruz. Bu istediğimiz olmadığında da küçük aksiliklere
esef ediyoruz, öfkeleniyoruz. Yüz altın sendromu
yüzünden hem kendimizi hem çevremizi huzursuz
ediyoruz.